Ömrüm boyu parçası olduğum en büyük eylemdi. Evet, aklınıza gelebileceklerin hepsi dahil. Belki sayı olarak buldu, belki bulmadı onları, önemli de değil; yürüyüşün ardından ilk ilân edilen sayı da dudak uçuklatan bir 310 bin kişi idi. En iyimser çeyrek milyon kişi gelebilir ümitlerini dahî gölgede bırakıp aşan. 310 bin kişi, her köken ve yaş gurubundan, düşünce nüansları birbirlerinden çok farklı, ve bildiğim ve bilmediğim birçok dili konuşarak birlikte yürüdük. Kilometrelerce insan seli, caddelerin kıvrımlarıyla dönen, bitmez tükenmez iklim aktivisti! Sürreal görüntü insanın yüreğini attırıyor, ama aslında vaziyeti bu, çok gerçek iklim realitemizin.

Talebimiz, ve üzerinde anlaştığımız çareler kuvvetli bir şekilde bir idi. Yürüyüşün farklı yerlerinden girip çıktım; giriş çıkış noktaları belirli ama boldu, ve sıkça kullanılıyorlardı. Kiminle karşılaşırsam karşılaşayım, ayni talepler listesinin bir kısmını dillendiriyor, diğerlerine ise referanslarda bulunuyor.

Herkes ama herkes iklim değişikliğinin bir ölüm kalım meselesi olduğunun farkında. Bıçağın kemiğe dayandığının, siyasi eylemsizliğin kabul edilemezliğinin. Kimse gelin bu işi sadece ampulleri değiştirerek, daha verimli arabalar alarak çözelim demek için orada değildi. Gezegen için çanların çaldığının kuşkusuz farkındalığı dışında herkesin müşterek olduğu ikinci şey dönüşümün adresi: dönüşüm ekonomide olmak zorunda.

Yenilenebilir enerji çağrısı acil bir çare olarak her tarafta gürülebiliyordu yürüyüşte; fosil yakıtları fosil yapmamız şart diyordu herkes. Güneş ve off-shore rüzgâr büyük ümit idi. Kaya gazı ise bes belli, çok yerel topluluğun canını yakıp kafasını attırmış ki her tarafta kaya gazı karşıtı tişört ve afişler. Bir çok yerde anti-nükleer gülen güneş bayrakları, bazen de nükleer karşıtı afişler de gördüm. Kimse tekno-fiks çözüm istemiyor. Bir dev problemi ve menfaati diğerine değiştirmek insanların aklındaki son şey. Diğer bir önemli ve şaşırtıcı derecede yaygın isyan noktası da gıda. Ne tarafa bakarsanız bakın yerel, organik gıda çağrısı, nereye bakarsanız bakın endüstriyel gıdanın iklimi öldürdüğüne dair afişler. Sanırım bulunduğumuz ülkenin ABD olması itibariyle buna şaşırmamalı, mısır tarlalarını geçip her dinlenme istasyonunda sırf fastfoodcular arasından varmıştık sonuç olarak bu eyleme. Et tüketimine olan tepki, ve ‘senin et alışkanlığın gezegenin yaşam hakkını elinden alıyor’ söylemi de ayni şekilde, bu ülkede çok iyi anlaşılabilir, ve gerek yolda gerek yürüyüşte karşılaştıklarımdan şu belli ki, 90 sonrası doğumlu nesilde iklim şuuru sahibi kişiler arasında etobur yok gibi. Söylem ile pratiğin örtüşür olması zaten yürüyüşteki 300-400 bin kişinin her birinin en azından prensipte dikkat ettiği bir konuymuş gibi geliyor, insan bu tatlı insanlar arasında yürüdükçe.

Esas ümit veren nokta dönüşümün adresine dair olanı. Banka krizlerini, lobiciliği çok yakından tanıyan partiler ötesi yaygın bir taban muhalefet sözkonusu ABD’de. Bu müflis yapı ile iklim değişikliği eylemsizliğini biraraya getirmek artık ana akım bir düşünce, ve yürüyüşteki herkes mevcut hâliyle kapitalizmin ve tüketim toplumunun bir numaralı suçlu olduğunu ilan eder bir tavırla yürüyordu. İstikrarlı şekilde karşınıza çıkan taleplerden biri de karbon vergisi idi.

Kim oradaydı? Farklı kaygı gurupları şeklinde altıya ayrılmış olsa da yürüyüşün düzenleyicileri, bir yerde herkes birbirine karıştı; en azından öğrenciler, iklim değişikliğinden en çok etkilenen topluluklar, çözüm teklif edenler, ve çevre aktivistleri her yerde idi. Kimse baskın bir şekilde siyasi parti veya sendika, hatta çevre örgütü bayrağı altında toplanmış değildi; iç içe yürüyorduk. Zaten büyük bir çoğunluk çocuğunu veya arkadaşını kapıp gelenlerden oluşuyordu.

ABD’de her zaman olduğu gibi kuvvetli bir inanç gurupları varlığı vardı. Konuyu samimi bir şekilde tartıp benimseyen, mal varlıklarını fosil yakıt yatırımlarından temizleyen mezhep kiliselerinin sayısı gün geçtikçe artıyor ne de olsa. Yaratılana saygı meselesi iklim değişikliği bu guruplar için, adalet ve insanlığın kardeşlik dayanışması meselesi ayni zamanda. Yine göze çarpan diğer bir guruplar silsilesi kent hareketleri, mahalle örgütlenmeleriydi. Gerek gıda gerek felaketlerle iklim adaletsizliğinin mağdurları, ve ayni zamanda iklim değişikliğinin daha da ağır vurduğu ülkelerin göçmenleri de olarak bu hareketler riskler sözkonusu olduğunda namlunun ucundalar, ve bunun bilincindeler artık. En çok göze çarpanlar ve sayıları en fazla olanlar ise gençlerdi; üniversitelerdeki tabandan örgütlenme. Şüphesiz, yatırımların geri çekilmesi (divestment) kampanyaları etkiliydi bu oluşumda. Bu guruplar her yerdeydi, çok canlı, çok iyi hazırlanmış afişleri ile geldiler. Daha da önemlisi, iklim değişikliğini önemli, jenerasyonel meseleleri olarak benimsemiş olmakla kalmayıp ayni zamanda iyi bir şekilde bilgilendikleri de barizdi. Her tarafta “gençlik iklim adaleti istiyor” afişleri. Korksunlar 23’ündeki zirveyi yapanlar! yeridir. 2015’e Paris’e kadar çözümde anlaşamazlarsa bırakmayacak bu nesil peşlerini, ne de herhangi birimiz.

Pek kimse düzgün slogan atmadı; yoktu öyle bir ortak tecrübe çoğunlukta. Zaten esas ifadenin oraya gelmiş olmak ve devasa sayımız olduğunu biliyorduk hepimiz. Bu farkındalıkla, ne konuşma vardı, ne de başka hamaset. Söyleyecek sözümüzü zaten 20 yıldır söyledik. Gördüğüm afişlerin birinin yazdığı gibi; tavrımız, varlığımızla zaten “iklim değişikliği tartışması sona ermiştir” idi. Sadece yürüyüşün bitiş alanında küçük etkinlikler, yürüyüşteki müzik guruplarının performansları, ve dileklerimizi bağladığımız bir kurdele duvarı. En çok yer eden anı ise hepimizin zihninde ve gönlünde, tabii ki 12:58’de birden çöken sessizlik; yüz binlerin sessizliğinin inanılmazlığı ve gücü, iklim değişikliğinden şimdiden etkilenenleri anmak için; ve bunun ardından hep birlikte 13:00’da yükselen yüzbinlerin isyan haykırışı.