Yeni sosyal hareketler ve sosyal medya aktivizmi konuları ne zaman açılsa tarihsel bir tartışma yapılma zorunluluğu varmışçasına geçmişe yönelik referanslarla açıklama ihtiyacı güdenler oluyor. Buihtiyaç, hem güncel koşulları anlayamama durumunun bir sonucu hem de yeni olana yönelik eskinin yöntemleri üstünden bir yorum oluşturma tembelliğinin bir sonucu. Aynı tembellik yeni medya ve onun oluşturduğu bilgi akışını tehdit eden yahut kullanan odakları inceleme süreçlerinde de ortaya çıkıyor.

Oysa sosyal medya aktivizmi de yeni medyanın yarattığı olanaklara ilişkin optimizm de teknik olarak aynı sulardan besleniyor. Yeniliğe yönelik çoğunlukla eleştirellikten yoksun ve güncel tecrübeleri gözardı eden bir bakış açısından. Yine de yeni medyanın geleceği ve etkileriyle ilgili Malcolm Gladwell ve Evegeny Morozov tarafından ortaya atılan pesimist fikirler48 ve en özgürlükçü web projelerini hayata geçiren Assange gibi öznelerin bugün dünya üzerindeki durumları yeni medyanın devletler için bir ‘tehdit’ olduğu kadar rahatlıkla avantajlarına kullanabilecekleri bir unsur olduğunu da gösteriyor. Yani sonsuz iyimserlik de geçmişten bugüne doğru taşınan bir bakış açısı da yeni medyanın günümüzdeki ‘özgürlük’ temelli rolünü çözümleme konusunda yeterli bir işlev görmüyor.

Benim bakış açıma göre ise yeni medyayı pesimist düşünürlerin çoğu gibi yalnızca devlet/şirket tekelinde tartışmak kendi içerisinde bazı sorunlar içeriyor.Zira günlük hayatta iktidarı artık devlet ve şirket dışı mekanizmalarda (komüniteler, aile, arkadaş grupları, siyasi örgütler, sivil toplum örgütleri vs.) de hissediyoruz. 2013 yılında tamamladığım Master Tezi sürecimde Gezi’nin yaşanmasından önce ve sonra yaptığım mülakatlarınortak özelliği, her ne kadar devletin yeni medya üzerindeki yaptırımları bu dönem içerisinde daha çok gündeme gelse de, aile vb. kurumların anonim ve neredeyse anonim yahut yaru anonim kullanımlarda çok daha belirgin olduklarıydı.

Bilindiği gibi Foucault, iktidarın doğasını betimlerken, onun dönüştürücü etkisine göndermede bulunmuştu.Bu nedenle de iktidarı yöneten ya da “baskı uygulayan” bir mekanizma olarak ele almak yerine, dönüştürücü ve düzenleyici güç olarak tanımlamayı uygun bulmuştu.49 Bu da düzenleyici güçler olarak dizebileceğimiz bazı kategoriler üstünden sosyal medya aktivizminde karşı unsurları kategorilendirmeyi zorunlu kılıyor, yani aile ve arkadaşlar, örgüt ve komüniteler, devletin ideolojik aygıtları ve devletin genel şiddet aygıtları ya da baskı mekanizmalarını ele almak gerekiyor. Bu bağlamda sosyal medya aktivizmi dediğimiz aktivizmin içerik üretme süreçlerinde yalnızca devlet ve şirket değil, başka unsurlarla da bireyi güvencesizleştirebileceğini somutlaştırarak devam edelim. Görüştüğüm aktivistlerden biri çok uzun süre önce ailesine sosyal medyadaki paylaşımlarından ötürü giden bir haber nedeniyle yaşadığı sorunun ardından mahlas kullanmaya başladığını, sonradan polis takibinde olduğunu fark ettiğinde bunun ne kadar doğru bir karar olduğunu algıladığını söyledi. Bir başka kullanıcı ise dahil olduğu siyasal hareketin temsilcilerinin defalarca yazdıklarındanötürü kendisini uyardığını en sonunda bir mahlasla ve kendine dair hiçbir bilgiyi açık etmeden içerik üretmeye ve ilişkilenmeye başladığını belirtti.Her iki örnek de günlük hayatımız içerisinde baskı mekanizması olarak görmekten imtina ettiğimiz sosyal ilişkilerin (aile, sevgili, eş, dost vs.) ve örgütlerin (STK, siyasal parti, sendika vs.) baskı unsuru olarak varlıklarını sergiliyor.

Örgütlülük ve Yeni Medya

Yukarıdaki temel çerçeve ışığında metnin bundan sonraki kısmı devlet ve şirket tekelinden ziyade, sosyal ilişkiler ve örgütler temelinde yeni medya alanındaki mikroiktidar ilişkilerinin incelemesini yapmak ve Türkiye özelinde bunun siyasal örgütlenme süreçlerine etkisini tartışmakk amacıyla kurgulandı. Pravda hala geçerli bir model mi? Tweetler ve Sokaklar kitabının yazarı Paolo Gerbaudo yaptığımız söyleşide şunları söylemişti: Bana kalırsa Leninizm çok daha uzun zaman önce geldi yolun sonuna. Şimdi 2014’teyiz ve Rus devriminin üstünden neredeyse 100 yıl geçti. 20. Asrın başındaki hayalperest ve örgütsel tekniklerle eylemlerimizi yürütmeye devam edemeyiz. Lenin’inpolitikaları bugün yalnızca mevcut koşullara ve sosyal yapıya uygunsuz değildir, ayrıca birçok seviyede de etik olarak kınamaya da açıktır.

Aslında bu cümleler, sosyal ağların yarattığı anonimite ve şeffaflık, eşitlik, yataylık olanakları çerçevesinde düşünüldüğünde, özellikle de Leninizm’in Stalinizm döneminde aldığı darbelerle birlikte geldiği konuma dair anlam ifade ediyorlar. Ancak yalnızca örgütlenme değil, ajitasyon ve propaganda modelleri bakımından da Leninist propagandanın tarihsel fonksiyonu konusunda ciddi sorunlar olduğunu ve özellikle de basın ayağı konusunda SSCB’ye paralel bir propaganda anlayışı çürümesinin Leninist parti/oluşum üyelerinin sosyal medya kullanımlarına da yansıdığını söyleyebiliriz. Hatta açacak olursak, Türkiye’de Leninist propaganda ve Pravda mekanizması hariç bazı İslami cemaatler ve AKP’nin ortaya çıkış dönemi dışında propaganda ve iletişim modeli oluşturma konusunda fazla alternatifle karşılaşmadığımızı görebiliriz.Bu da bize bir model olarak Pravda’nın ne olduğunu ve yeni medya çağında Pravda’nın iletişimsel bir strateji olarak ne anlama geldiğini açıklama gerekliliğini doğuruyor.

Pravda aslında 1917 devriminin yapıtaşlarından biri sayılabilir.İlk kez 1908’de Lev Troçki yönetiminde Viyana’da basılmaya başlanan, kaçak yollardan Rusya’ya sokulan bu yayın, 1912’de Petersburg’da gizli bir gazete olarak yayımlanmaya devam edildi.Çarlık rejiminin polis örgütü tarafından sürekli olarak kapatılan gazete, her defasında başka bir adla yeniden çıktı.Sonunda 1917 Ekim Devrimi’nden sonra partinin resmi yayın organı haline geldi.Bu başlangıç teknik olarak ziyadesiyle ‘devrimci’ ve ‘ilerici’ bir yayın organına ilişkin olumlu bir tasvir olabilir; ancak Pravda’nın tarih içerisindeki konumu zaman içerisinde değişir. Devletin ideolojik aygıtı olarak Pravda, her parti yayın organı gibi partinin genel gündemine ve ülkenin dış dünyaya ilişkin ‘görmek istediği’ içeriklere saplanan bir yayın olmuştu. Bugün yazık ki benzer bir ‘hastalığın’ Türkiye’de var olduğunu, her tandanstan siyasi parti yahut oluşumun kendisi için bir yayın kurma eğilimine girdiğinde bu yayınların ‘parti yayını’ olmaktan yahut mevcut iktidarın havuzuna dahil olmaktan kurtulamadığını görüyoruz.

Özellikle gelişen içerik yönetim sistemleri ve bu sistemlerin yaygınlaşmasıyla sayıca artan ama üretilen içerik bakımından niteliksel ve niceliksel hiçbir ilerlemeyle karşılaşmayan haber ve yorum siteleri, kurucularının söylemini yenilemek ve hali hazırda var olan bir diskurun yeniden üretimini sağlamak dışında demokratik bir fonksiyon üstlenmiyorlar. Dahası tüm bu yeni medya projeleri ve Internet gazeteleri, kendilerini ‘alternatif’ medya olarak sunmalarına karşın aynı haber havuzundan besleniyor, çoğunlukla burjuva medyasınınkine benzer bir gündemi ele alıyor, ne dil ne de haber üretim sürecinin örgütlenmesi yahut entelektüel emeğin karşılığının verilmesi bakımından ortaya gerçekçi bir çözüm koyuyorlar.

Söylemsel Klonların Yükselişi

Elbette sorun yalnızca birbirinin klonu olan bu haber sitelerinin ‘yeni medya aktivizmi’ adı altında ortaya çıkışı değil. Yazının en başında belirtildiği üzere geleneksel bakış açısı, özellikle söz konusu aktivizm ve ajit-prop olduğunda en eskiye dönük referanslara muhtaç durumda ve bu referansa muhtaç durumdaki kullanıcılarla yeni medyanın siyasal işlevine ilişkin yaptığım tüm gözlemlerde, kullanılan dil, yararlanılan kaynaklar ve paylaşılan görseller açısından bağlı bulunan fraksiyona bağlılık düzeyine, yaş grubuna ve o fraksiyon içerisindeki yetkinlik durumuna göre ortaklaşan; ama fraksiyonlar yahut partiler arasında önemli farklılıklar gösteren içerik üretim süreçlerle karşılaştım. Merkezden çevreye doğru gelen söylemin, çürümüş bir çark içerisinde her gün yenilenmesi dışında bu bireylerin sosyal ağlarda yaptıkları üretimin özgün bir potansiyeline rastlamak oldukça güç.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ak-Troll olarak adlandırılan maaşlı ekibi her ne kadar çok sık ‘alay konusu’ olsa da, farklı partilerin ve kanaat önderlerinin sosyalist diskurlarının tekrar üretimi, birçok Twitter kullanıcısı için bundan öteye gitmiyor. Çalışa modeli ve yöntem olarak ‘profesyonelleşmese’ de bazı kullanıcıların kendi arasında gazetecilikten ödünç bir terimle ‘takla attırma’ dediği intihal tekniğiyle Tweet’ler binlerce farklı versiyonda farklı bireyler tarafından atılıyor.

Görsellere ilişkin telif ve emek problemi her eylemde kendini gösterirken, yeni bir söylem yaratmak imkansızlaşıyor, özellikle sol mikrokosmos içerisinde üretim yapan entelektüeller sertleşen ve birbirine değerek ısınan bu kabuklar arasında sosyal ağlarda itibar gördüklerine ilişkin bir yanılsamaya kapılıyorlar. Oysa ciddi network analizleri yaptığınızda Gezi’nin genel teması da dahil olmak üzere birçok Twitter içeriğinin belirli alanlara saplanıp kaldığını görüyoruz. Her ne kadar dönemsel olarak, gündeme bağlı bazı yeni etkileşimler ortaya çıksa da Yeni Medya’da Justin Bieber’ın yahut Lady Gaga’nın bizim ‘martirlerimiz’ yahut ‘kahramanlarımız’ ile mukayese edildiğinde ulaşmak istediğimiz kamuoyunda çok daha geniş bir yer tuttuğu aşikar.

Burada karşımıza çıkan problem ise mikrokosmosun gündemi üstünden Lady Gaga ile Ali İsmail Korkmaz arasındaki o gri alanda kalan ve iki alandan da beslenen bireylerin özellikle politik gündemle sürekli meşgul olan kamuoyumuza ilgi duymuyor olması. Bu hem yeni medyaya yönelik örgütsel bakıştaki kısırlığın yarattığı yaratıcılık kıtlığının, hem de yeni medyaya taşınan komüniteler arası kavgaların sıkıcılığının genel bir sonucu. Aynı sonuç, Gezi Direnişi sonrası örgütlenme konusunda ziyadesiyle başarısız olan sosyalist oluşumlar için de benzer bir nedenle açıklanabilir Hem gündem oluşturma, hem de gündeme ilişkin söylem oluşturma konusunda, tıpkı Foucault’nun deyişinde olduğu üzere partinin, oluşumun vs. üyesini kısıtlaması, dönüştürmesi ve ‘düzenlemesi’, yani biyoiktidar mekanizmasının bu mikro düzeyde de işlemesi yeni medyanın yeni olan tüm özelliklerine ve yeni medya üzerinden yaratılacak bir radikal demokratik platform ihtimalini azaltmakla kalmıyor, buna resmen baskı uyguluyor. Burada ise şu soru akla geliyor: Yeni medya mevcut siyasal yönelimlere doğrudan bağlı olmayan bağımsızlar için siyasal anlamda bir radikal özgürlük alanı teşkil ediyor mu yahut bu alanı kurmak mümkün müdür? Soruyu sormak her ne kadar basit olsa da yatay ve eşitlikçi bağlamda bir tartışmayı yaratmak ve bunu fraksiyonel bir fanatizmden uzakta yapmak bir o kadar zor görünüyor.

Kaynakça:

  • Gerbaudo, Paolo (2012) .Tweets and Streets. Pluto Press.