Avrupa’da fosil yakıtların yerini hidrojenin alması vaatlerinin yerine getirilmesi ne anlama geliyor? Şişirilmiş beklentilerin ötesinde, demokratik tartışmalarda ciddiye alınmayan önemli olası jeopolitik sonuçları söz konusu. Mevcut hidrojen politikalarının, enerji sektörlerinin kurumsal güçleriyle olan suç ortaklığı ve hem Avrupa içinde hem de Avrupa dışında maden çıkarma sınırlarının genişlemesi; hidrojeni, kapitalizmin üstesinden gelmek için bir araç yapmaktan daha ziyade, sömürgeci ve yayılmacı kapitalizme doğru atılan bir adım daha yapma riskini taşıyor.

İklim ve enerji haberlerini takip eden herkes hidrojen patlamasını farketmiştir. Genellikle “evrende en bol bulunan element” veya “geleceğin enerjisi” gibi klişelere atıfta bulunan iyimser bakış açıları ve projeksiyonlar, çevrimiçi etkinliklerde, siyasi tartışmalarda ve fosil yakıtların alacakaranlığına acil bir çıkış bulmaya çalışan teknik raporlarda dolaşıyor. Ancak ne hidrojenin kendisi (sentetik bir yakıt) ne de yenilenebilir enerjiyle üretilen “yeşil hidrojen” vaadi, son teknolojik atılımlar değil. Hidrojen, “bir sonraki büyük şey” olma konusunda uzun bir geçmişe sahip. İlk ilgi dalgası, 1970’lerdeki petrol fiyat şokları sonrasında geldi; bir diğeri, 1990’larda iklim değişikliğine yönelik yeni başlayan endişelerin ardından geldi. 

Hidrojen ve onu çevreleyen teknolojik ekosistem, temel yakıt olacağı yönündeki olası küresel rolü hakkında şüphe uyandıran bir dizi ciddi endişeyi beraberinde getiriyor. Birincisi, yeşil hidrojen üretmek için gereken yenilenebilir enerji altyapısının muazzam malzeme gereksiniminin bulunması. Nadir toprak mineralleri ve bakır gibi diğer metaller için yoğun madencilik çalışmaları gerektirecek ki bu tür süreçler zaten tüm ekosistemleri yok etti. Latin Amerika Çevre Çatışmaları Gözlemevi (The Latin American Observatory of Environmental Conflicts), yeni maden çıkarma alanlarının açılmasının tehlikeleri hakkında bir rapor yayımladı. İkincisi, hidrojenin teşvikinin, doğal gaz ve karbon yakalama gibi, sürdürülebilirlik kanıtları şüpheli bulunan endüstrilerle yakından ilişkili olması. 

Ancak bu sefer bir şeyler farklı görünüyor. Hidrojen, pandemi sonrasına dair öneriler hücumunda kazanmasına açık bir şekilde kesin gözüyle bakılan bir şey. “Avrupa’da temiz bir hidrojen ekonomisine hevesle başlamak”, Avrupa Birliği’nin 2020’de açıklanan Covid-19 sonrasında toparlanmaya yönelik Yeni Nesil planının merkezinde yer alıyor. AB’nin bu hedefi belirlemesinin etkileri, kıtalararası düzeyde hızlı jeopolitik hareketleri şimdiden tetikledi. 

Şili’de yeşil hidrojen dünya lideri olma fikri, 2020 boyunca agresif bir şekilde benimsendi. Şili’nin Haziran 2020’de yayınlanan yeşil hidrojen stratejisi önerisi, Şili’yi 2030 yılı itibariyle ihracata yönelik üretici olarak dünya lideri konumuna yerleştirmekte. Bakanlar ve iş adamları, ülkenin ana avantajının yenilenebilir enerji üretimi için büyük potansiyel taşıdığını savunmaları. Şili’nin “yenilenebilir enerji kaynaklarının Suudi Arabistan’ı” olabileceğine dair sık sık tekrarlanan öneri, buna katılan herkese ekonomik başarı vaat ediyor. 

Bu tonlarca “made in Chile” hidrojeni kim alacak? Bu gidişe, hidrojen pankartı altında kendisini iklim eylemine adamış ve bir yabancı yatırım akını sunan ‘güvenli’ bir motor olan Avrupa, teknik, politik ve ekonomik zemin sağlıyor. 

Hidrojenle çalışan Avrupa’nın kazananı ve kaybeden

8 Temmuz 2020’de Avrupa Komisyonu, hidrojen stratejisini, hidrojenin AB ekonomisindeki rolü için bir vizyon ve yol haritasını sundu. Hydrogen Europe organizasyonu tarafından temsil edilen endüstri ve fosil yakıt lobicilerinden oldukça etkilenen bir belge olan stratejide; hidrojen, çelik veya kimya sektörleri gibi önemli ölçüde küçültmenin zor olduğu endüstrileri [bir yandan] küresel ortamda rekabetçi tutarken, [öbür yandan] karbondan arındırmak için “temel bir öncelik” olarak kuruluyor. 

Halihazırda, hidrojenin büyük çoğunluğu, CO2 azaltımı olmaksızın (yani, atmosferden emisyonların genellikle karbon yakalama ve depolama yoluyla kaldırılmasıyla) fosil yakıtlar tarafından üretilmekte. Sözde “mavi hidrojen”, doğal gazın “buhar metan reformasyonu” olarak bilinen bir süreçte işlenmesiyle oluşturulur. Avrupa Komisyonu’nun hidrojen stratejisi, bu proses ile karbon yakalama ve depolama prosesi birleşimini, yenilenebilir elektrik kullanılarak üretilen yeşil hidrojenin tamamen devreye girebilmesinden önceki, ekonomiyi karbondan arındırmaya yönelik “geçiş aşamasının” kilit bir unsuru olarak benimsiyor. 

Moving Targets: Geopolitics in a Warming World
This article is from the paper edition
Moving Targets: Geopolitics in a Warming World
Order your copy

Mavi hidrojen üretiminin tam-çevrim emisyonlarını değerlendiren araştırma, bu geçiş fazının maddi sonuçlarını inceledi ve karbon yakalama sürecinde doğal gaz kullanımının, nasıl büyük miktarlarda kaçak metan emisyonu yaratacağına işaret etti. Yazarlar, mavi hidrojenin “en iyi dikkat dağıtıcı olarak görüldüğü” sonucuna varıyor; bu, karbon-yoğun süreçlere kilitlenmek ve önümüzdeki yıllarda gaz altyapısını sağlamlaştırmak isteyen endüstri ve fosil yakıt şirketleri için güvenli bir kulvar. 

Gazı, sırf geçiş yakıtı olarak kullanma niyetinin samimi olup olmadığına bakılmaksızın, yaklaşımın temel bir kusuru var. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) tespit ettiği gibi, dünyanın dört bir yanındaki ülkeler, iklim hedeflerini yerine getirmek konusunda azim, hız ve olanaktan yoksunlar. Başka bir deyişle, bu ekstra talebi karşılamak için yeterli yenilenebilir enerji olmayacak. 

AB hidrojen stratejisi, hidrojen üretimini, AB dışındaki ülkelerden dış tedarikle artırmayı öngörüyor. Hydrogen Europe’un “2x40GW Yeşil Hidrojen Girişimi”, elektrolizör kapasitesinin Avrupa’da 40 gigawatt’a ve Avrupa’nın çevresinde 40 gigawatt’a yükseltilmesini gerektiriyor. “Avrupa’nın enerji ortaklıklarını yeniden tasarlama” yoluyla, başta Kuzey Afrika ve Ukrayna olmak üzere Şili ve Avustralya gibi ülkelerden yeşil hidrojen ithalatı artacak. Avrupa’nın elektrolizör teknolojisindeki ‘teknolojik yenilik’ avantajı böylece, yenilenebilir enerji potansiyeli yüksek olan bölgelerle ikili anlaşmalar yoluyla yeşil hidrojen elde etmek için kullanılacak. Sonuç olarak, dünya çapında hidrojen ihracatçısı olmayı hedefleyen ülkelerdeki yenilenebilir enerji projeleri çoğalıyor ve dolayısıyla bu da arazi ve kaynak tahsisi süreçlerini tetikliyor. 

2021’in başlarında, Şili Enerji Bakanlığı ve Rotterdam Limanı, ülkenin Avrupa’ya gelecekteki yeşil hidrojen ihracatına ilişkin bir mutabakat zaptı imzaladı. Avrupa Yatırım Bankası, Temmuz 2020’de Hydrogen Europe ile danışmanlık ve teknik destek sağlama ve finanse etme konusunda bir danışmanlık anlaşması imzalayarak, şirketin çığır açan teknolojilerine ilişkin yatırımları için kamu garantisi rüyasını pekiştirdi. Avrupa Komisyonu, Afrika’da, Afrika-AB Yeşil Enerji Girişimi kapsamında Avrupa endüstrisi için yeşil hidrojen üretecek ortaklar arıyor. Almanya ve Namibya kısa süre önce bir yeşil hidrojen ortaklığı bağladı. Almanya’nın o zamanki Federal Araştırma Bakanı Anja Karliczek’e göre Namibya, “şu ana kadar kullanılmayan geniş alanlara” sahip; bu da agresif kâr arayışı tarafından yönlendirilen kaynak kullanımına yönelik ısrarlı sömürücü ve üretkenci yaklaşımların bir göstergesi. 

Bu ortaklıklar ifşaatı telaşının yarattığı siyasi aciliyet duygusu, ancak jeopolitik terimlerle anlaşılabilir. Avrupa Komisyonu açısından, AB’yi elektrolizörler gibi teknolojik atılımların “alıcısı” olmaktan ziyade “yapıcısı” olarak konumlandırmaya yönelik jeopolitik olarak motive eden bir yarış var. Euro’nun hidrojendeki işlemler için bir referans para birimi olarak yerini güvence altına almak, uluslararası rolünü pekiştirecektir. Sanayi perspektifinden bakıldığında, – 25 yılı aşkın süredir – enerji sektöründeki yatırım döngülerinin doğası, uzun vadeli bir stratejik avantajı sürdürmek için şimdi yatırım yapmayı acil bir duruma getiriyor. Kurumsal ve jeopolitik çıkarlar böylece uyumlu hale gelmekte. Politik olarak neyin mümkün olduğunu, ancak özel yatırımı çekmeye ve riskten arındırmaya dayanan hakim yaklaşım belirleyebilir. 

İklim krizi hızla yayılırken, temeldeki bu mantıklar sorgulanmadıkça ve insanların ve gezegenin ihtiyaçlarına tabi kılınmadıkça, Avrupa Komisyonu yaşanmaz bir dünyada rekabetçi kalmak için inatçı çabalar gösterecek. 

Hidrojenin gerçek bedeli 

Şili’nin iddialı hidrojen planları ne kaybettirir? Her şey ucuz yenilenebilir enerji üretmeye bağlı olduğundan, bunu mümkün kılacak teknoloji ve bunu mümkün kılacak yabancı yatırım ülkeye çekilmeli. Şili’nin muhafazakar Sebastián Piñera liderliğindeki sağcı hükümeti, devletin bu yarıştaki uygun rolünün doğru yatırım koşullarını -ya da Şili’de formüle edildiği gibi certeza jurídica (hukuki kesinlik)- sağlamak olduğunda ısrar etti; böylece kapitalizm acısız bir biçimde teknolojik ucuzlama sağlama vaatlerini yerine getirebilecekti. Yatırımcılar için kesinliğe odaklanma rastgele değil: Şili’nin Ekim 2019’dan bu yana, Augusto Pinochet’nin neoliberal diktatörlüğünden on yıllar sonra hala yürürlükte olan yapıları ve kurumları ortadan kaldırmayı amaçlayan devam etmekte olan kurucu sürecine ve toplumsal değişimine açık bir gönderme. Çünkü Şili halkı, 2020 referandumuyla onaylanan bir süreçle ülkenin anayasasını yeniden kaleme alıyor. 

Taban hareketlerinin ve Yerli toplulukların topraklarını istilacı enerji projelerinden koruma talepleri, sürecin temel unsurları. Suyun özel mülkiyetten çıkarılması, doğanın hakları gibi simgesel talepler de sermaye sahiplerini, projelerine karşı bir direniş olanağı sunabilecek yeni yasal araçlar bakımından korkutuyor. Şili İnsan Hakları, Hakikat, Adalet ve Tazminat Komisyonu madencilik, ekokırım ve Yerli haklarının ihlali arasındaki yakın ilişkiyi detaylandırdı. Sözleşmenin temsilcilerinin önemli bir kısmı tabandan gelen çevre hareketlerinden. Kömür bazlı ve hidroelektrik projeleri en fazla direnişle karşı karşıya kalırken; hassas ekosistemlere ve ilk ulusun haklarına yönelik tehditlere karşı protestoların arttığı güney Şili’deki rüzgar çiftlikleri gibi projelerde çıkan sesler, benzer pratiklerin uyarısı niteliğinde. Hidrojene bahse girenler için, endüstrinin yükselişini hiçbir siyasi devrim engelleyemez. Magallanes’deki ilk deneysel tesis, yeni anayasanın yakında getirebileceği değişikliklere sağır kalarak 2022’de açılacak. 

[Maden] çıkarma sınırlarının genişlemesinin rahatsız edici gerçeği, herhangi bir kaynağın “ucuzlaştırılmasının” asla basit ve pürüzsüz bir teknolojik gelişme meselesi olmadığı konusu. İşler aktif olarak ucuzlaştırılmalı. Enerji üretiminin olağanüstü genişlemesi – Şili’nin tüm mevcut merkezi elektrik kapasitesinin hidrojen eşdeğerini dokuz yıl içinde inşa etme planları var – genellikle Yerli halklar tarafından ıslah sürecinde olan ve halihazırda önceki ekstraksiyon dalgalarından güçlü bir şekilde etkilenmiş olan alanlarda enerji üretimi ve iletiminin genişletilmesine bağlı.  

Egemenlik tartışmalarında, Avrupa halkı ve ihtiyaçları dikkat çekici biçimde yok. 

Kurumsal egemenlik mi yoksa halk egemenliği mi? 

“Stratejik egemenlik” terimi, Avrupa kurumları tarafından, kilit stratejik alanlarda kendi kaynaklarına dayanarak özerk hareket etme ve ihtiyaç duyulduğunda ortaklarla işbirliği yapma kapasitesi olarak sunulmuştur. Avrupa’nın hidrojen stratejisinin gelişimi, bu egemenlik fikrinin arkasındaki ayrıntılara daha yakından bakıldığında, şeytanın ayrıntılarda olduğunu gösteriyor. Kim özerk hareket etme kapasitesine sahip? Hangi amaçlarla kendi kaynaklarına güvenmek? Hangi koşullarda işbirliği yapmak?  

Enerji dönüşümü, maden tedarik zincirlerini ekonominin önemli bir stratejik alanı haline getiriyor. Madencilik söz konusu olduğunda, çevre mevzuatındaki gelişmeler ve nakliye maliyetlerindeki çarpıcı düşüşün yanında altyapı ve işçilik maliyetleri, Avrupa’nın başka yerlerde çıkarılan hammaddelere bel bağlamasına neden oldu. AB, stratejik egemenlik pankartı altında, Avrupa’da yeni madenlerin açılmasını ve maden arama projelerini teşvik etmek için maden çıkarmaya ilişkin yasal düzenleme çerçevesini değiştiriyor. Aynı siyasi projenin bir parçası olarak hidrojen, ister istemez maden çıkarmanın “içteki” yeni sınırlarının bu dinamiklerini şiddetlendirecek. 

Avrupa Komisyonu’nun ‘Avrupa için Yeni Sanayi Stratejisi’, Avrupa ekonomisinin kalbindeki enerji yoğun endüstrilere odaklanıyor. Bilhassa çelik üretimi, “yeşil ve dijital eş-dönüşümün kalbinde” yatan Avrupa’nın özerklik ve egemenlik arayışının merkezinde yer alıyor. Çelik üretimi için önemli bir bileşen olarak kömürün sonunun gelmesi, onun yerini elektrik ve hidrojenin alması anlamına geliyor. Hidrojen, büyüme odaklı statükosunu sürdürmek ve dolayısıyla Avrupa’nın küresel alandaki rekabet gücünü korumak için endüstriyi, enerji şirketlerini ve hükümetleri aynı hizaya getirebilecek bir kaynak olarak merkeze alınırken; çelik endüstrisinin uzun ömürlü sermaye varlıkları, “yeşil” çelik üretimi yarışında Avrupa stratejisini zamana karşı yarışır hale getiriyor. 

AB’de 50 milyon insanın evini ısıtmaya gücü yetmezken, burada kimin rekabet gücünün gözetildiği açıkça sorulabilir. Avrupa’nın stratejik egemenliğiyle ilgili sorun, egemen bir Avrupa’da kimin egemen olduğunu tanımlamak. Avrupa halkı ve onların doğrudan ihtiyaçları, egemenlik konusundaki üst düzey tartışmalarda dikkat çekici biçimde yok. Sadece onlar da değil. Avrupa’nın özerklik arayışının tetiklediği ulusötesi süreçler, dönüşümden etkilenen herkesin daha geniş bir şekilde dahil edilmesini gerektirmekte. Elbette dönüşüm için çelik gerekli olacak: Bir kere rüzgar türbinleri için gerekli. Ancak “Ne kadar çeliğe ihtiyacımız var?” ve “Ne için?” gibi sorular Avrupa egemenliği etrafındaki tartışmaları temellendirmek için gerekli. 

Avrupa’nın politika oluşturma sürecinin içine işlemiş demokratik eksiklik, fonlama planlarının ‘özel kar eğilimli doğasına’ paralel olarak yürümekte. Hidrojen stratejisi, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın finansman mekanizmalarına dahil edildiğinden, özel yatırım riskini azaltmak için kamu parası kullanılacak. Buradaki tehlike, kamu parasının, hidrojen konusundaki yenilikleri ve bunun ekonomik faydalarını kamu kurumları veya toplulukları yerine özel yatırımcıların eline vermesi. Bu düzenlemelere göre, karbonsuzlaştırma teknolojilerinin geliştirilmesi Avrupa halkının yararına yayılmayacak, Avrupa ve diğer ülkeler ve bölgeler arasında olduğu kadar, Avrupa içinde de eşitsizlikleri ve güç dengesizliklerini daha da kuvvetlendirecek.  

Hidrojenin çekiciliği daha geniş bir siyasi zemine dayanmakta. Bazı politika hedefleri enerji tüketiminde mutlak sınırlara (AB enerji verimliliği hedefleri gibi) işaret ederken, bu azalmanın sosyoteknik altyapımızda önemli değişiklikler olmadan nasıl gerçekleşeceği açık değil. Avrupa’da pek çok insanın kanıksadığı yaşam tarzları, bize ucuz enerji sağlayan fosil yakıtların özgürce aktığı o kısa dönem olan “yüksek enerji modernliği”nde güçlendirildi. Tartışılmayan şey, toplumun -veya Avrupa’nın- nasıl yeniden organize edilebileceğine ve hangi değerlere öncelik verilmesi gerektiğine dair alternatif vizyonlar. Bu varsayımlara göre, yüksek enerjili uygarlığımızın hızını demokratik olarak -kendi kendini sınırlayan, özerk- bir şekilde düşürmenin bir yolu yok. Genişleme, (çoğu kez üstü kapalı bırakılsa da) tek arzu edilen ufuk, bir gereklilik ve bir kaçınılmazlık. Bu mercekten bakılınca, gezegensel sınırlar teknolojik gelişme yoluyla aşılması gereken bir meydan okuma haline geliyor. Birleşik Krallık hükümetinin yeşil bir sanayi devrimi planlarının sözleriyle, “yerli tüketiciler için deneyimde herhangi bir değişiklik olmayacak”. Tartışma, ekonomik olarak rekabetçi kalırken özerkliğin nasıl sağlanacağına indirgenmiş durumda. Bu hayali durumun sorgulanması gerektiğine inanıyoruz. 

Adil ticaret düzenlemeleri, kapitalizmin bildiği olanaklar sunar. Hidrojen için adil bir pazar yaratmaya yönelik her girişimin net bir başlangıç noktası var: yenilenebilir enerji altyapısı inşa ederken ortaya çıkan zorluklar. Hidrojen kaçınılmaz olarak üzerlerinde daha fazla baskı oluşturacak. Düzenlemeler, “yeşil kapma/kolonyalizm” (Yerli halkların özerkliğine ve haklarına yönelik ihlaller) ve genellikle çevresel etki değerlendirme süreçlerinin dışında bırakılan dışsallıklar olarak adlandırılan şeylerin göz ardı edilmesi konusunda sıfır toleransa sahip olmalı. 

Yeni sertifikalandırma ve standart çevreleri, enerji [kaynağı] çıkarma sınırlarını genişletmenin en zararlı sonuçlarını (iyimser olursak, önemli ölçüde) düzeltebilir. Ancak daha da önemlisi, adil ticaret mekanizmalarını, enerji demokrasisine giden yolda daha geniş bir önlemler ekosisteminin yalnızca bir unsuru olarak eleştirel biçimde değerlendirmemiz gerekiyor. Adil ticaret, değiş-tokuş noktasında ne olduğuna çok fazla odaklandığı, neyin, kimler için üretildiği ve ne türde yaşamları sürdürmek için olduğu sorularından kaçındığı için eleştirildi. Hiçbir ticaret düzenlemesi, bu daha derin siyasi sorularla yüzleşme ihtiyacını ortadan kaldıramaz. 

Bu tür bir siyasi olanak, ‘büyüme sonrası’ ve ‘küçülme’ camiası tarafından açılan bilgi alanına giriyor; enerji tüketimindeki küçülme derken, bireysel tüketiciler için bir tercih olarak değil, ortak sosyal altyapımızın yeniden düzenlenmesi anlamında. Bu politik ve etik adalet ufku altında hidrojeni evcilleştirmek, ancak enerji sistemlerimizi tüm yaşamların gelişmesine izin verecek şekilde dönüştürürsek mümkün olacak. O zaman hidrojenin, Avrupa’ya ve dünyaya mevcut ‘firavun rüyaları’ndan daha fazlasını sunabilecek şeyi olabilir. Katalonya’daki Enerji Egemenliği Ağı gibi enerji kooperatifleri ve dernekler, gruplar ve yurttaş ağları, kamu-topluluk enerji yönetişimi oluşturmak ve enerji üretimini, dağıtımını ve tüketimini demokratikleştirmek için somut alternatifler. 

Hidrojenin dönüştürücü bir araç olarak kullanılması [hususu], yeterli miktarda olma, verimlilik iyileştirmeleri gibi faktörlerin ötesine geçerek, mutlak sınırlar tanımlanması ve ortak şirketler tarafından ele geçirilen siyasi gücün, enerjiyi ortak refah projelerinin emrine vermek adına demokratikleştirilmesi ve yeniden dağıtılması konusunda daha fazla iletişim gerektirecek.